TÜRKÇEMİZİN GÜZELLİĞİ

Her dili konuşan, kendi konuştuğu dilin güzel olduğunu iddia etmektedir. Bir dilin güzel olması, kelimelerinin "ince sesli" lerden teşekkül etmesi ve ahenkli bir söyleyişe sahip olmasına bağlıdır. Bunun için yabancılar, bir yandan"etimolojiye" diğer taraftan da "fonetiğe" ağırlık vermektedirler.
 

Türkçe, güzel bir dildir . Türkçe ve Türkçeleşmiş kelimeleriyle Türkçemiz güzeldir. Kelimelerin mânâ zenginliği ve söylenişindeki incelik ile kuruluşları bunu ispatlamaya kâfidir.
 
Türkçe'de "ince" kelimesi incedir. "Güzel" kelimesi güzeldir, zariftir, hoştur. "Sevgi" kelimesi, sevilecek kadar yumuşak ve sevimlidir. Dilimizdeki "kalın" kelimesi kalın olmasına rağmen mânâsındaki ifadenin müzikal değerini verir.
 
"Gül" kelimesi güldürür, "çiçek” kelimesi gül gibi gönlümüzde açar, "gönül" kelimesi güneş gibi rahatlatır, "güneş" kelimesi pırıl pırıl okşayıcı, göz kırpıcıdır. "göz" kelimesi açık, net ve incedir.

Türkçe yegane dildir
 
Ads not by this site
Ads not by this site
Türkçe belki de tabiatı kendi bünyesine alabilen ve güzel kullanabilen yegâne dildir. "Çirkin" kelimesi bile güzeldir, (çrkn) sessizlerini bağlayan (i)ler kelimeyi yumuşatmakta ve sevimlileştirmektedir. Hiçbir dilde "vızıldamak" arı sesine bu kadar yakın değildir. Su sesini en güzel biçimde "çağlamak" verir. Kuş sesi "cıvıldamak" hangi dilde tabiatı bu derece dilin içinde taklide muktedirdir, "ulumak" kelimesi, uluyan hayvanın sesine hangi dilde bu derece uygun düşer. "Bögürmek"teki (rk) sessizlerini yumuşatan (öüe)  seslileri  aslına  ne kadar yakındır. 

Hışırtı kelimesindeki (ş) harfi yaprakların birbirlerine sürtülmesini hangi dilde bu şekilde verebilir? Kaba gibi görünen"gürültü" kelimesine dikkat edilirse sert olan (t) haricinde hep ince seslilerden örülmüş olan bu kelimenin çok güzel olduğunu görürüz. Gürültüyü elbette sevenimiz yoktur amma gürültü kelimesine çirkin demek de hangimizin haddine! Deniz kelimesi, ne kadar tatlı, dalgasız ve engindir. "Gökkuşağı" bir renk ve ritm harikasıdır. Türkçe kelimeleri tek tek ele almak lazım elbette. O zaman onun ne kadar güzel bir dil olduğunu geniş biçimde görmemiz mümkün olabilir.
 
"Türkçe" kelimesi bile güzelliğine doyum olmayan bir güzelliğe, inceliğe, âhenge sahiptir.
Dilimiz Türkçe, asırlardan beri şâirlerimizin, yazarlarımızın ve milletimizin severek kullandığı bir zevk ve ahenk abide si, muazzam ve muhteşem bir karakter ölçüsü, nezaket ve sevgi hazinesidir.
 
Ads not by this site
Ads not by this site
Etimoloji (etymologie) Yunan menşeli ve dilimize Fransızca vasıtasıyla geçen bir kelimedir. Mânâsı: "Bir kelimenin nereden geldiğini veya nasıl teşekkül ettiğini muhtelif kelimelerin ortak kökünü araştıran ilim kolu"
 
Bu tarife göre, bizim, Türk dilininin, cemiyet içinde fonksiyonlarını icra edebilmesi için ana unsurları nazarıyla baktığımız doğruluk, işleklik ve güzelliğin, târihî gelişme içerisinde yerini tesbit etmemiz lâzımdır.
 
Bazı gelişmiş ve oturmuş dillerin, etimoloji sözlükleri mevcuttur ve gramerleri de o derece inceliklerine kadar tetkik edilmiştir. Böylece, o dili öğrenmek isteyenlerin, kelimeleri menşeine kadar geçirdiği değişmelerle birlikte görmeleri mümkündür.
 
İnci gibi kelimeler
 
Ads not by this site
Ads not by this site
Biz niçin kendi dilimize yabancıyız? Bende bilmiyorum neyimiz noksan hâlâ senben çekişme! ile böyle bir ilmî mesele askıda beklemekte, gerek vatandaşlarımız, gerekse bilhassa gençlerimiz bir ilimsizlikten doğan çok defa iyi niyetli bir şaşkınlığın kurbanı olmaktadırlar. Asıllarıyla hiçbir ilgisi olmayan Türkçeleşmiş, Türk zevkinin ince ahengini bünyesine sindirmiş inci gibi kelimelerin varlığından habersizdirler.
 
Okullarımızdaki edebiyat derslerinde hemen hemen etimoloji üzerinde hiç durulmamaktadır. İlmî bir araştırmayla ortaya konan ve aslı bilinen bir kelime üzerinde münakaşaya lüzum ?
 
 

TARİHİ

Altay dil birliği

Dilbilgisi edebiyatında bir ‘dil ailesi’ veya ‘topluluğu’ için kullanılan Altay dilleri adıyla, dar olarak üç (Türk, Moğol, Mançu dahil Tunguz), geniş olarak bunlarla birlikte Kore ve kısa bir süreden beri Japon dilinin de yeniden katılması ile, beş dil kastedilir.[31] Bu teori; Türk, Moğol, Tunguz, Kore ve Japon dillerinin ortak bir kökten çıktığını ve bunların akraba olduğunu kabul eden teorinin adıdır. Teoriye göre bu diller ortak bir ata dilden iniyordu. Ortak ata dil, farazi bir dildi ve tabiatıyla bir adı yoktu. Akrabalık teorisine inananlar bu farazi dile Altay dili (Altayca) adını verdiler.[32] Teorik olarak kurgulanan bu Altay dilinden ayrılmalar sonucunda ortaya çıkan Türk dili ile Türkiye Türkçesinin tarihi başlar.

Sümerce-Türkçe ilişkisi

Aşağı yukarı MÖ 3500-MÖ 1700 yılları döneminde bugünkü Mezopotamya bölgesinde konuşulmuş olan Sümerce, döneminde büyük bir medeniyetin temsilcisi, yazının kullanıldığı dil olmuştur. 1947-1948 akademik yılı sırasında İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümünde öğrenci iken, eline geçen tercüme Eti Dili Sözlüğü’nde rastladığı gud “sığır, öküz” kelimesi Türkolog Osman Nedim Tuna’nın Sümerce ile derin ilgisini başlatmıştır. Bu kelime ile Eski Türkçe ud “öküz” kelimesi arasındaki benzerlik dikkatini çekmiştir. Bunun üzerine, Sümerce hakkında çok çeşitli okumalar yapan Tuna, “Sümer ve Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ve Türk Dilinin Yaşı Meselesi” adlı eserinde, yaklaşık olarak son kırk yılda tespit ettiği 32 ses denkliğinin, karakteristik olan ve maksada yeter 16’sını sunmuştur. Türkoloji, Sümeroloji ve daha birçok bilim dalında büyük çığır açan bu çalışmadan çıkarılan sonuçlar şu şekilde verilmiştir:

“Sonuç
  1. Sümerce ve Türkçe çok daha eski bir devirde birbiri ile akraba olmuş olabilir veya olmayabilir. Bu konu bizi burada ilgilendirmiyor. Fakat, Sümerlerle Türkler arasında dil bakımından tarihî bir ilgi bulunduğu hususu bu 168 kelime ve gerekli açıklamalarla ispatlanmıştır.
  2. Türklerin en az MÖ 3500’lerde Türkiye’nin Doğu bölgesinde bulunduğu tespit edilmiştir. Bunun Kuzey, Doğu ve Batı sınırlarının ne olduğunu başka bir çalışmamda açıklayacağım.
  3. Türk dilinin zamanımızdan 5500 yıl önce müstakil ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır. Eğer doğuştan, Sümerlerle temasa geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabit ise, İlk Türkçe veya Ana Türkçenin muazzam bir zaman önce yaşamış olması gerekir. Bu sonuç, benim 1978 yılı sonunda tamamlayıp 1983 Ağustosunda yayımladığım Altay Dilleri Teorisi adlı çalışmamda, Türk dilinin, archeology ve glottochronology araştırmalarından hareketle ileri sürdüğüm ‘yaşı, en pinti hesaplara göre 8500’dür’ (s. 52-55) ifademle karşılaştırılabilir. Şimdi, bu rakam doğrulanmaktadır. Çünkü Ana Türkçeden Ana Doğu ve Batı Türkçesine kadar geçen zamanı da hesaba katarsak, bu devreden zamanımıza kadar geçen 5500 yılın ikiye katlanması mümkündür.
  4. Bugün, yaşayan Dünya dilleri arasında, en eski yazılı belgelere sahip olan dil, Türk dilidir. Bunlar, çivi yazılı Sümerce tabletlerdeki alıntı kelimelerdir.
  5. Altay dili teorisindeki en önemli meselelerden biri olan l2r2/z’ye ait misallerdeki anachronism, bu konuda aksi istikamette bir düzeltme yapılmasını gerektirir.”

Hun dönemi

 

Hunlara ait birçok kelime Çincede, bu dile özgü biçimleriyle tespit edilmiş ve bu kelime biçimleri farklı araştırmacılar tarafından Türkçe olarak açıklanmıştır. Türkolog Talat Tekin, sözü edilen kelimelerde 17’sini görüşleriyle beraber belirtmiştir:

Yukarıdaki sözlerden son dokuzu Tabgaç dönemine (MS 338-557) aittir. Çincede /r/ sesi bulunmadığı için Türkçe sözlerdeki /r/, ya /l/ ile gösterilir veya hiç gösterilmez: çeng-li / tengri, king-lu / kıngrak, wo-lu-to / ordu vb. Çin sülalesi tarihinde, MS 329’da geçen bir olay vesilesiyle, Çin karakterleriyle tespit edilmiş iki cümle vardır. Çin sülalesi tarihi- Çin-şu, 10 karakterden oluşan bu cümlelerin (beytin) Hunca olduğunu belirttiği gibi her karakterin Çince anlamını da vermiştir. Olay Çin-şu’da şöyle anlatılmıştır: “Hükümdar Şi Lo, Hsiung-nu’lara mensup Ho kabilesinden geliyordu. Başka bir Hsiung-nu lideri Liu Yao da Şi Lo’nun rakibi idi. Liu Yao, Kuangçu’nunu on birinci yılında (329) ordusu ile geldi ve Lo-yang’ı kuşattı. Şi Lo, hemen Liu Yao ile savaşmak istiyordu. Fakat buyruğu altındaki kumandanların hiçbiri bu fikri uygun bulmadı. Şi Lo, bunun üzerine çok sevdiği ve saydığı Hintli rahip Fo-t’u-teng’e danıştı. Fo-t’u-teng daire biçimindeki bir çanı salladı ve çıkan sese göre Ho dilince şu kehanette bulundu:

siu-k’i t’i-li-kang puh-koh kü-t’u-tang

Siu-k’i Ho dilinde “ordu”, t’i-li-kang da “çıkmak” anlamındadır; puh-koh Liu Yao’nun unvanıdır, kü-t’u-tang da “tutmak, yakalamak” demektir. Bu sözcükler toplu olarak ‘Ordu savaşmak için çıkacak ve Liu Yao’yu tutacak’ anlamına gelir.” Bu Çince karakterler, iki ünlü Sinolog tarafından aşağıdaki şekilde seslendirilmiştir:

siog tieg t’iei lied kang b’uok kuk g’iu t’uk-tang (B. Karlgren)
sux-keh the-let-kang buk-kok goh-thok-tang (E. G. Pulleyblank)

Şiratori (1902), Ramstedt (1922), Bazin (1948), Gabain (1950), Tekin (1993) gibi Türkologlar, 10 karakterlik bu ibarenin Hun Türkçesindeki biçim ve anlamını bulmaya çalışmışlardır. Tamstedt’in bulduğu biçim ve anlam şöyledir:

Süke talıkıng (talıkang) bügüg (ügeg) tutang = Savaşa çıkın, bügüyü (düşman hükümdarını) tutun!

Talat Tekin’in bulduğu biçim ve anlam şöyledir:

Sü:ke tılıkang bugukgı tuktang = Savaşa çıkın, Buguk’u (küçük geyiği veya liderciği) tutun!

Gerek Ramstedt, gerek Tekin, Doğu Huncaya ait bu ibarenin l-r (Bulgar-Çuvaş) Türkçesine ait olduğu görüşündedirler; çünkü Köktürkçedeki taşıkmak (çıkmak) kelimesi buradatalıkmak / tılıkmak biçiminde, yani ş yerine l ile geçmektedir. Türkler ve Türk dili için bu ibarenin önemi şöyle belirtilmiştir:

  1. Çinceleşmiş bir söylenişle de kaydedilmiş olsa, bu iki cümle Türkçe olarak tespit edilmiş bulunan en eski (MS 329) cümlelerdir; üstelik kelimelerin anlamları da Çince olarak verilmiştir.
  2. Hükümdar Şi-lo’nun Hyung-nu’ların Ho boyundan olduğu ve cümlelerinde de Ho dilinde söylendiği Çin kaynağında açıkça ifade edilmiştir. Dört kelimelik iki cümle Türkçe olarak okunup açıklanabildiğine göre Hyung-nu’ların Türklüğünden de şüphe etmeye gerek yoktur.
  3. Hükümdar Şi-lo, büyük Hun hanedanı 216’da yıkıldıktan sonra Kuzey Çin’de kurulan küçük ve kısa ömürlü Hun devletlerinden biri olan 2. Cao devletinin hükümdarıdır. Şi-lo, doğu Hunlarından idi. Demek ki üyük Hun hanedanından sonraki küçük Hun devletlerinde de Hun Türkçesi kullanılmaya hiç olmazsa bir süre devam etmiştir.
  4. Bütün Hunların olmasa bile en azından Doğu Hunlarının Türkçesi bir l-r Türkçesi idi. Ş yerine lz yerine r kullanılması daha sonraki Bulgar ve Çuvaş Türklerinin özelliğidir. Moğolca da bir l-r dilidir. Bulgar ve Çuvaşlar dışındaki bütün Türklerin dili ş-z Türkçesidir.

Eski Türkçe

Bilinen en eski Türk yazıtlarından biri olan Orhun Yazıtları bu dönem Türkçesi ile yazılmıştır. Eski Türkçe dönemi ile ilgili bilgiye Orhun Yazıtları ve Yenisey Yazıtları'ndan da ulaşılabilir. Bunların dışında Irk Bitig gibi kağıda yazılı eserler, Eski Uygur dönemi de Eski Türkçe dönemi içinde değerlendirilir. Bu dönem, çağdaş Türk lehçe ve şivelerinden ayrı bir dönem olarak düşünülemez.

Orta Asya'dan Anadolu'ya

Türkçe, onu kullanan göçer evli ve yerleşik kavimlerin doğuda Japonya'ya, batıda ise Avrupa'ya doğru hareketiyle yayılmıştır. Afganistan ve Batı Çin civarında Moğolca; Rusya, Güney ve Güneydoğu Çin bölgesinde Tunguz; eski Sovyetler Birliğinin batısında Türkiye'ye, güneyde ise İran'a yayılan bir alanda ise Türk dilleri olarak değişmiştir. Güneyde bulunan başlıca Türk dilleri Türkiye TürkçesiAzeri Türkçesi ve Türkmen TürkçesidirOğuz boylarının kullandığı Gagavuz lehçeleri ve İran kaynaklı Horasan lehçesi, Türkiye lehçesi ile birlikte bugünkü Türkçenin bölümlerini oluşturmaktadır.

Türk Dili Yenisey yazıtları gibi tabletlerden yola çıkılarak 1300 yıl önceye kadar kaynaklanabildiği gibi yazıtlarda kullanılan abecenin gelişmişliği bu dilin daha eski tarihlere dayandığının en somut delilidir.[39] Bugünkü Moğolistan'da Orhun (öz adında Orkun) ırmağı yakınlarında bulunan Kül Tigin veBilge Kağan yazıtlarından başka, dönemin tanınmış veziri Tonyukuk'un da kendisi için diktirdiği Ulan Bator kenti yakınlarındaki iki taş, Orhun Yazıtları'nın başlıca örnekleridir.

Divanü Lügati't-Türk, Türk dilini anlatan ve bu dilin yetisini göstermek için yazılan ilk sözlük yapıtıdır ve Kaşgarlı Mahmud tarafından 25 Ocak 1072'de yazılmaya başlanmış ve 10 Şubat 1074'te bitirilmiştir. Bu kitap içinde şu tümce bulunuyor: "Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur". Yapıt, Türkçenin varsıl dilbilgisi özelliklerini en çarpıcı biçimde yansıtan bir özelliktedir.

Türkçenin kullanım alanını genişleten bir başka kişi, Karahanlı Devleti'nin üyesi, ikinci bir Türk ve Türkçe kültür abidesi olan Yusuf Has Hacib'dir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı yapıtı ile Türk dil birliğinin diğer önemli yazılı temelini attı. 1069-1070 yıllarında bu Türkçe yapıtı tamamladı.

Ahmed Yesevi 12 yüzyılda Türk dilinde yazdığı "hikmet" adlı şiirleri bir araya getiren Türk tasavvuf edebiyatının bilinen en eski örneklerini içeren kitap ile Türkçenin kullanımını etkiledi.

13/14.yy. yaşamını süren Yunus Emre Türkçenin, özellikle "Türkçe şiir dilinin" temel ustası ve abidesi olmuştur. Yunus Emre'nin edebiyat tarihi bakımından, önemli bir yanı da Anadolu'da, Türkçe şiir dilinin öncüsü olması ve tasavvuf sorunlarını yalın ve kolay anlaşılır bir dille söyleyişi nedeniyledir. Şiirlerinin ölçüsü, Türkçenin ses yapısına uygun aruz olmakla birlikte söyleyişi akıcı, sürükleyici bir nitelik taşır. Tasavvufun en güç anlaşılır kavramlarını, Türkçenin ses yapısına uygun biçimde dile getirir; şiirinde, duygu ve düşünce birliğinden oluşan bir derinlik görülür.

Hacı Bayram Veli 14/15. yüzyılda Anadolu'da yaşamını süren Türk mutasavvıf ve şair olarak eserlerini Türkçe olarak yazdı ve Türkçenin kullanımını Anadolu’da önemli biçimde etkiledi. Hacı Bayram Veli, Anadolu'da dil ve kültür birliğinin sağlanması için Türkçe eserler yazılmasında Leme’at veGülşen-i Raz gibi eserlerin Türkçeleştirilmesinde etkili olmuş, kendisi de halkın anlayacağı dilden Ahmed Yesevi geleneğine uygun olarak şiirler yazmıştır. Devrinde Arapça ve Farsça eser vermek revaçta iken, Hacı Bayram Veli’nin halk ile ilişki kurabileceği Türkçeyi tercih etmesi belli bir olgunluğa işaret eder. Bu olgunluk Anadolu’da dil birliğinin sağlanması ve Türk kültürünün egemen olmasıdır. Türkçecilik akımı yandaşlarını da etkilemiş, bu sufiler özellikle Türkçe yapıtlar vermişlerdir.

Yazıcıoğlu MuhammedEşrefoğlu Rumi gibi öğrencilerinin Envaru’l-AşıkinMuhammediyeMüzekkinü’n-Nüfus gibi eserleri Anadolu'da yıllarca kolaylıkla okunmuş, halkın elinden düşmemiştir. Ayrıca Akşemsettin, (1389/1390 - 1460), 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biridir ve Türkçe ile, (örnek olarak Hayatın Maddesi ve Tıp adında) çeşitli eserler ortaya koymuştur.

Türkçe ait olduğu Altay dil ailesinin en çok kişi tarafından kullanılan dilidir. 5500-8500 yıllık bir geçmişi olduğu sanılmaktadır. Genel Türkçenin TürkiyeAzerbaycanTürkmenistan,TataristanÖzbekistanBaşkurdistanNogayKırgızistanKazakistanYakutistanÇuvaşistanGüney Sibirya gibi bölgeleri vardır.

Yazılı Türkçe üzerine kaynaklarda (M.Ö. 1766 yılık Çin kroniğinde) ilk kez tutanaklarda tanrı, ordu, kılıç ve kut (mutluluk) sözcükleri bulunmaktadır.

MoğolcaMançu-TunguzKorece ve Japonca ile yakın ilişkisi vardır. Bazı bilim adamları, ilişkinin ödünç alınmış sözcüklerden kaynaklandığını ve temelli olmadığını iddia etmiştir. Son zamanlarda yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, bu tezin hatalı olduğunu, Türkçe ve Japoncanın temel ilişkilerinin bulunduğunu kanıtlamıştır.

 

Dil Devrimi

Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslaşma sürecini tamamlayan Türk Devrimi'nin ya da Atatürk devrimlerinin en önemli basamaklarından ilki, Cumhuriyet'in kuruluşundan 5 yıl sonra yapılan harf devrimi, ikincisi de Cumhuriyet'in kuruluşundan 9 yıl sonra yapılan Dil Devrimi'dir.

Dil Devrimi kısaca, Türkçe ile düşünmeyi, Türkçenin bütün bilim, sanat ve teknik kavramları karşılayacak yolda gelişmesini sağlayan eylemdir.

Dil bilimci Kâmile İmer "Dil Devrimi nedir?" sorusunu şöyle yanıtlıyor:

Dili daha çok yerli öğelerin egemen olduğu bir kültür dili durumuna getirmek amacıyla yapılan ve devletin desteğini kazanmış olan ulus çapındaki dili geliştirme eylemine 'dil devrimi' adı verilmektedir.

Her insan düşüncesini sözcükler arasında bağ kurarak oluşturduğu tümcelerle aktarır, bu açıdan bakınca Dil Devrimi aynı zamanda düşüncenin yenileşmesidir. "Dil Devrimi'nin gerçekleşmesini sağlayan etkenler, aynı zamanda onun amaçlarını ortaya koymaktadır. Uluslaşma etkeni dili yabancı öğelerden arındırma amacını, diğeri de kültür dili durumuna getirmeyi amaçlamaktadır. Bu amaçların olumlu sonuçlar vermesi, ortaya çıkan ürünlerin toplumun malı olmasına bağlıdır. Devletin desteği olmaksızın dilde yapılan devrim, bireysel bir eylem olarak kalır; topluma mal olmaz. Dil Devrimi'nin hazırlık evresindeki çabalar, bunun en güzel örnekleridir. Türk Dil Devrimi'nin hazırlık evresi olarak nitelendirebileceğimiz ve Tanzimat Fermanı ile başlayan dönemdeki dili yalınlaştırma istemi toplumu kapsayamamıştır. Ancak, Cumhuriyet'ten sonra, 1932 yılında devletin öncülüğünde Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin kuruluşuyla dilde yapılan yenilikler, ulus çapında bir eylem olarak topluma mal olmaya başlayagelmiştir.."

Türkçe, yapı bakımından çok varsıl bir dil olmakla birlikte, dünya üzerinde de hâlâ çok konuşulan bir dildir. Bu varsıllık her ne kadar içinde yabancı sözcükler bulundursa da, bu durum dilde hiçbir bozukluğa yol açmamıştır. Bunun nedeni de, Osmanlı'nın, zamanında barındırdığı azınlıkların olmasıdır. Çünkü bu nedenle dilde çok fazla yabancı "sözcük alış-verişleri" olmuştur.